12 Eylül 2014 Cuma

BRUGGE

Burası benim hayatımda gittiğim bütün yerler arasından en büyüleyicisi. Öyle ki daha bu şehirden henüz gitmemişken ciddi ciddi iki hafta sonra Türkiye'den uçakla nasıl tekrar gelirim'i planlamaya çalışıyordum.





Brugge Belçika'nın küçük ve kendine özgü bir şehri. Buraya Tarlabaşı, pardon Brüksel üzerinden Belgianrail firmasının treniyle 14 euroya gelebiliyorsunuz.

Brüksel demişken bir iki çiziktireyim burayı da ayıp olmasın; ben hayatımda bir yerden bu kadar nefret etmedim. Buraya Charleoi Havaalanına iniş yaptıktan sonra shuttle ile ulaştık. Noord muydu neydi öyle bir istasyon'da indik, saat gece 10. Sokaklar bomboş. Otelin yerini asla anlamıyoruz.

Bu hayatta en büyük korkum herkesin sadece ve sadece Fransızca konuştuğu bir yerde kaybolmaktı. Hayaldi gerçek oldu. İdil'in lower intermediate seviyesinde Fransızcası olmasa ne yapardık bilmiyorum.

Oteli bulmaya çalışırken fark ettim ki burası gerçekten Avrupa'nın Tarlabaşı'sı. Sokakta kadın yok, gelen geçen apaçi erkekler bizi (daha doğrusu İdil'i) kesiyor, yol sorduğumuz adamlar İdil'e "Fransızcan da iyiymiş, nasıl öğrendin bebeğim uuuu" diye asılıyor.

Avantajımız buraya Türkiye'den çok fazla göç olmasıydı, çok geçmeden bir kebapçı bulduk. Adamlar tanıdık bir taksi çağırttılar ve 10 euroya hostel'e vardık. Meğersem hostel de istasyondan beş dakika mesafede bir yerdeymiş ve zaten önünden geçip 1-2 km yürümüşüz boş yere.

Hostelden hiç çıkmadık, ertesi gün de dahil. Zaten binebildiğimiz ilk trenle kendimizi Brugge'e attık.

Şimdi size soruyorum burayı gezmiş olan insanlar; burası gerçekten gezilebilecek bir yerdi de biz mi anlamadık, çünkü daha önceleri de Facebook'daki arkadaş listemden burayı gezip fotoğraf paylaşan insanlar vardı. Üstelik yüzleri gülüyordu. Lütfen beni aydınlatın.

...

Brugge diyorduk.

Tren istasyonundan iner inmez bambaşka bir yere geldiğimizi anladık. Etraf yemyeşil, insanlar gülüyor, Fransızca konuşan yok.

Biraz daha yürüdüğümüzde ve caddelerine, oradan da sokaklarına daldığımızda yer çekiminin azaldığını, havada uçtuğumuzu hissetmeye başladık. Çünkü artık bir masalın içindeydik. Nasıl mı;

İlk izlenimler


Gerçekten de evlerin her biri ayrı bir sanat eseri olabilirmiş gibi ve kendine has bir dış görünüşe sahip. Kırmızı ve kahve tonları ağırlıkta ama dozunda. Yükselen görkemli kuleleri saymazsak bütün evler tek katlı.

ilk izlenimler-2

Hava güzel, güneşli, tertemiz. Etrafta park etmiş arabalar var ama ne bir trafik ne bir korna sesi. Güleryüzlü, mutlu, pembe yanaklı insanlar, yer yer bisikletler...

Sokakları çikolata kokuyor diyorlar genelde, O DA DOĞRU, çikolata ve WAFFLE kokuyor.

Burada geçen her saniye hiç bir sebep olmaksızın daha da huzur doluyordu içimiz, mutluluğun tanımını bulmak gibiydi burada gezmek.

ilk izlenimler-3


Düşünsenize etraftaki baaağzı mağazalar bile (H&M vardı sanki ama tam da hatırlamıyorum) o çok bahsedilen ortaçağ şehri havasından hiçbir şey götürmemiş. Adeta şehrin önünde saygı duruşuna geçmişler.

Brugge de böyle bir şehir işte, ama biz gene buranın zamanlamasını hatalı yaptık çünkü ertesi gün buradan ayrılacaktık.

Neler yaptığımızı anlatmadan önce bir iki tüyo vereyim istiyorum:



  • Özellikle de kısıtlı zamanı olanlar için konuşuyorum: Buraya mutlaka sabah saatlerinde varacak şekilde plan yapın. HER ŞEY ERKEN KAPANIYOR BURADA. Hemen hemen bütün müzeler saat 4'te kapanmış oluyor. Çikolata vs dükkanları da 7-8 dedin mi kapanıyor?!?! Biz buraya iki gibi vardık ve otele yerleşmesiydi, sokaklarını dolaşmasıydı derken ilk gün hiç bir yere giremedik. Bu yüzden ertesi gün inanılmaz bir koşuşturma içinde bir sürü yer gezmeye çalıştık. Siz sabahtan gidin.
  • Waffle yemeniz gerektiğini söylememe gerek yok heralde
  • Hostel olarak St Christopher's Inn Hostel at the Bauhaus'ta kaldık, gayet güzeldi. Odalar ferah ve temizdi, bar/restoran kısmında hem eğlenceli bir ortam hem ucuz Belçika birası hem de baya lezzetli pizzalar vardı (İtalya'ya selam olsun)
  • Eylül'de gündüz gayet sıcak ama gece tahmin edersiniz ki kuzeyde olduğumuz için serin.
  • Bu biraz değişik bir bilgi olacak ama bir iki kez önünden geçip sırf vitrinine bakarken bile eğlendiğimiz bir dükkan vardı: Boudoir Boutique. Resmen Ortaçağ sosyetesinin sex shop'u. Sadece vitrine baksanız bile on beş dakika falan oyalıyor sizi. Çift olarak gidenlere duyurulur.
  • Gene çiftlere bu tüyom: Minnewater parkında mutlaka yürüyün, Brugge'ün aşıklar yolu desek daha doğru olur.
  • Her çeşit çikolata için Chocolate Line'a uğrayın, şahsi favorim portakal dolgulusu.
Evet, dediğim gibi ilk gün gezmek istediğimiz her yer kapanmıştı. 

İlk olarak şehrin iki önemli meydanından biri (hatta en önemlisi) olan Markt Meydanı'nı görmek istiyorduk.

Markt Meydanı'ndan Merhabalar!

Burası şehrin kalbinin attığı yer. Belediye binası ve Belfry of Bruges (Çan Kulesi) de bu meydanda bulunuyor.

Ara sokaklardan birinde satın aldığımız wafflelarla birlikte Belediye Binası'nın önündeki merdivenlere oturuyoruz.

Her yer, her şey cıvıl cıvıl, etraftan at arabaları geçiyor devamlı.

Belfry of Brugge'ün tepesine çıkıp şehrin muhteşem panoramik görüntüsünü mutlaka izleyin!

Belediye Binası
Bu saatten sonra yapabileceğimiz tek bir şey vardı ki o da kanal turuydu.


Şehrin beş farklı noktasından kalkan ama rotaları aynı olan kanal turları var. Biz de Markt Meydanı'nın bitişiğindeki Burg meydanının yakından kalkan bir tura katıldık. Yanlış hatırlamıyorsam 45 dklık bir tur 7 euroydu.

Tekneler biraz küçük, ön sıraları kapmaya özen gösterin ki 360 dereceye yakın bir görüş alanınız olsun.

Tur rehberimiz Noel Baba'ymış da emekli olmuş tur rehberliği yapıyor sanki. Dört farklı dilde de anlatıyor maşallah. İngilizcesi artık nerenin aksanıysa hiç anlamıyorsunuz (tabi ona denk gelirseniz)

Tur gayet güzel, eskiden ticaret amaçlı kullanılan bu kanallar şehri bir uçtan öbür uca kesiyor. Şehrin her tarafını görüyorsunuz, aşırı alçak köprülerin altından geçerken kafanızı eğme ihtiyacı bile duyabilirsiniz!



Kanal turundan sonra şehri yürüyerek gezmeye devam ediyoruz. Chocolate Line isimli çikolata dükkanına uğradık. Çalışanlar size çikolata çeşitlerini sunarken çok yardımcı oluyorlar.

Daha sonrasında haritamıza baktık ve şehrin güneydoğusunda kalan Minnewater parkına yürümeye karar verdik.

Minnewater Castle (Günümüzde restoran olarak kullanılıyor)
Burası daha önce de dediğim gibi aşıklar yolu tarzı bir yer, Romantizmin doruklarına ulaşmak isteyen çiftlere önerilir.


Parkta yürürken hava yavaş yavaş kararıyor. Delinin teki arkamızda belirince yürüyüşümüzü kısa kesip hostele dönüyoruz.

Dönüş yolunda dikkatimizi çeken bir diğer yapı da St John's Hastanesi:

St John's Hospital
Burası Avrupa'nın en eski hastanelerinden biri. Günümüzde bir kısmında ressam Hans Memling'in eserleri sergilenirken bir kısmında da eski hastane kayıtları ve ekipmanları yer alıyor. Biz giremedik ama giriş ücretinin 6 euro olduğunu öğrenmiştik.

Bizimkisi de dahil birkaç hostelin bar eğlenceleri dışında gece  hayatı pek yok. Biz de hostelin barında takılıyoruz zaten.

Ertesi gün çoook erkenden kalkıp yollara düşüyoruz, öğlen ikiye kadar
  1. Belfry of Brugge'ün yani çan kulesinin tepesine çıkmayı;
  2. Church of Our Lady'nin içine bir göz atmayı
  3. St Salvador's Katedrali'ni gezmeyi
  4. Kesssinlikle Çikolata Müzesi'ni gezmeyi
  5. Son olarak da Patates Müzesi'ni gezmeyi planlıyorduk.
Ve hepsini gezdik (RESPECT).

Belfry of Brugge, Markt Meydanı'ndaki upuzun çan kulesinin adı, buranın tepesine çıkarak şehrin yukarıdan görünüşü karşısında yeniden büyülenebilirsiniz.

26 yaş altındakiler için 6 euro olup diğerleri için 8 euro.

Ne yazık ki tepeye asansörle çıkılmıyor, baya bir merdiven çıkacaksınız. Ama şüphesizdir ki buna değiyor.

Muhteşem Brugge manzarası, ortadaki sivri şey de Church of Our Lady
Bir sonraki durağımız, Church of Our Lady. İlk duyduğumdan beri çok komik gelmişti ismi, o ne öyle yöresel tatlı ismi gibi.

İçeri giremediğimizi hatırlıyorum, fotoğraflarımda da yok zaten. İnternetten araştırdığımda da o tarihlerde tadilat olduğunu okudum, ondan olsa gerek. Yine de o dönemde 2 euro karşılığında Michelangelo'nun ünlü heykeli Madonna and Child'ı görebiliyormuşsunuz. (Biz niye görmemişiz ki)

Church of Our Lady

St Salvador Katedrali'ne yöneliyoruz bu sefer. Burası 19. yüzyıldan itibaren şehrin en önemli kilisesi konumunda. İçerisinde Brugge'de 1799 yılında Fransız İhtilali'nin akabinde yıkılan St Donatian Katedrali'nden getirilen, şehrin tarihini yansıtan eserler yer alıyor.

Katedralin Org'u
Burada dikkatimi çeken şey sergilenen resimlerde figürlerin perspektiften uzak, iki boyutlu çizilmiş olması ve yüzlerin biraz da çirkin resmedilmiş olmasıydı. Tabi bunu İtalya'daki müzelerde gördüğüm resimlere kıyasla söylüyorum. Orada soyluluk daha ön planda olduğu için yüz hatları daha bir derinlik sahibiydi mesela. Tabi ben ne anlarım o da ayrı konu. Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum.



Katedralin bir kısmında da Claude Klimsza adında hakkında çok bilgi bulamadığım bir heykeltıraşın çağdaş sanat sergisine yer verilmişti ve hakikatten özgün çalışmaları vardı.

"What's Essential For You" adlı çalışma
Yukarıda gördüğünüz heykelimsinin içine turistler kendileri için hayatta önemli olan şeyleri yazdıkları kağıtları katlayıp koyuyorlardı.

Contemporary Art

Bir sonraki durağımız da en çok görmek istediğim yer olan Çikolata Müzesi'ydi. Müzenin olduğu bina tarih boyunca Şarap Evi, fırın gibi işlevler görmüş.

Müze tahmin edersiniz ki buram buram çikolata kokuyor.

Giriş için aslında kombine bilet almıştık, yani hem burayı hem de Frietmuseum (paattttes) kapsayan bir biletti ve 11 euroydu.


İçeride kakao tohumlarının tarih boyunca kullanımına ve Belçika çikolatasının yükselişine ilişkin paragraflarca yazı var, bir o kadar da görsel mevcut (maketler vs). 

Müzenin ayrıca benim gibi mühendislere, özellikle de kimya mühendislerine hitap eden bir yanı vardı; çikolata üretiminde kullanılan makineler, bu makinelerde ham maddelere uygulanan işlemler bir bir anlatılmış ve gösterilmişti. Kendimi orta çağda üretim stajı yapan genç bir kimya mühendisi gibi hissettim açıkçası ve bu benim için paha biçilmezdi.

Belcolade Üretim stajım :)))

En sonunda da uygulamalı olarak çikolata yapımını izleyebileceğiniz şirin bir şov oluyor bir odada. Yarım saatte bir yapılıyor ve on beş bilemedin yirmi dakika sürüyor. En sonunda da aşçı yaptığı fındıklı çikolataları izleyenlere dağıtıyor.

E ağzınızdan akan sular yanıma kadar geldi be kardeşim!!!

Ve en sonunda da otobüsümüze bir buçuk saat kala Frietmuseum'a girdik. Belçika çikolatası ve birasıyla ünlü olduğu kadar patates kızartmasıyla da ünlü. Dünyanın ilk ve tek patates kızartması müzesi!!



Burada da patatesin dünya tarihindeki kullanımının yanı sıra Belçika'ya özgü patates kızartmalarının yapılışı (Ve gene Kimya mühendisi damarım kabarırken) resimler, kabartmalar, maketler, heykelcikler ve LCD ekranlardaki videolar eşliğinde turistlere aktarılıyordu.
Gerçek patates değil arkadaşlar, sorry :((


Alt katta da oranın ünlü bir patates kızartması restoran zinciri (doğru kelimeyi bulamadım bir türlü) turistlere patates kızartması dağıtıyordu, öğle yemeği olarak baya iyi götürdü bizi.

Ve böylelikle Brugge maceramız sona ermişti.

Ben söylemekten siz de okumaktan bıkacaksınız ama buranın güzelliğini anlata anlata bitiremem. Burada yaşamak isterdim bile diyorum bazen, çünkü hayatınızda hiç bir şekilde kaygının yer almayacağı bir yer.

Ve dediğim gibi buraya mutlaka en az bir kere daha gideceğim, özellikle de yılbaşında gitmek lazım, şu alttaki resmin içinde olmayı kim istemez??





6 yorum:

  1. Yazınız çok güzel :) Nasip olursa avrupa turu yaptığımda uğramak istediğim yerlerden biri..İyi gezmeler sizlere..
    http://hayatimyolculuk.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler, umarım burayı görme şansını yakalarsınız :)

      Sil
  2. Harika bir paylaşım olmuş. Ah ah o kadar güzel yerler var ki.. Nefes almak için bir an bile olsun çıkıp görmeye gidemiyoruz. Bütçeler de çoğu zaman elvermiyor zaten. Belki bir gün .. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya sizi o kadar iyi anlıyorum ki, özellikle para biriktirme meselesi bazen ciddi anlamda stres sıkıntı yaratıyor. Yine de butcenizi iyi hesaplayip onun disina cikmadan kontrollu harcama yaptiginizda cogu yer ucuza geliyor. Bu arada yorum icin teşekkürler :)

      Sil
  3. Sonunda takibe alabildim :D Benim de kişisel bir blogum var her şeyi yazıyorum gezi, güncel, alışveriş vs. Sizi de beklerim takibe :D

    http://dilekce54.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elbette, müsait olduğumda okuyacağım :))

      Sil

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı